GÜVENLİK VE YENİ DÜNYA DÜZENİ

 ONUR DİKMECİ 


Devletlerin, ulusların ve siyasetin ne oranda değişeceği ile ilgili tahminler güvenlik kurumları nezdinde senaryolar dahilinde çalışılmaktadır. Somut olgulardan ziyade soyut tahminleri içeren bu çalışmalar bu özellikleriyle yoğun belirsizliklere tabidirler. Aslında olgular tabiiki çalışmaları destekler ancak sosyal bilimlerin doğaları hele ki gelecek modellemeleri eğilimleri her daim tasarlananla örtüşmeyebilir. Dünya üzerinde pek çok sistem bulunmasına rağmen güncel anlamıyla en geçerli model ulus devlet yapılarıdır. Bu sebeple ulus devletin geleceği bir anlamıyla siyasi sistemin gideceği yerin belirlenmesidir. Bu senaryoları farklı başlıklar altında toplayabiliriz. 

Bölgeselleşme: Fransız Kalkınma Ajansı’ndan Jean Monnet bölgesel bir birlikteliğin savaşı önleyici görüşündeydi. Çünkü Avrupa kıtası aynı yüzyıl içerisinde iki büyük savaş yaşamıştı. Schumann Planıyla enerji topluluğu olan birlik Avrupa Ekonomik Topluluğu’ndan, Avrupa Birliği’ne dönüştü. Ve bu süreç neredeyse yarım asırlık bir uğraşın ürünüydü. Sınırlatın olmadığı ortak Avrupalılık kimliği üstelik Avrupa Vatandaşlığı kavramını getirmiştir. Ancak Avrupalılık tanımı bugüne ait bir kavram değildir. Bu kimliğin bir kökü Roma İmparatorluğunda ve Stoacı filozof imparatorlarda, bir kökü Kral Alfred tarafından “Yeni Kudüs” adıyla kurulan Aachen tarihinde, bir kökü hermetik bir örgüt olarak tasarlanan Free Spirit adlı yapının Avrupa’yı yeni Kudüs kabul etmesinde, bir kökü Johann Valentin Andrea’nın tasavvuru olan birleşmiş bir din ve Avrupa yapısında, bir kökü kısmi olarak Kutsal Toprakları ele geçirmek için kurulan ortak orduda bir kökü ise 19. Yüzyıl sömürgecilik mirasındadır. Ayrıca Avrupa Vatandaşlığı sınırlı bir siyasal katılımın ötesine gidememiştir. Bölgeselciliğin en muazzam örneği olarak sunulan Avrupa Birliği’nde bile entegrasyon sağlanamamıştır. Bölgesel birlikteliklerde ortak ordu oluşturulamamıştır. Salgınlar gibi krizlerde ise sınırsız denilen yapının ne denli sert sınırlar çekebileceği gözlemlenmiştir. 

İşlevselcilik: Çevre-ekoloji, finans gibi yeni ulusal güvenlik kavramları bu alanlarda ya da genel olarak ulusüstü bir mekanizmayı gerekli kılar. Çağın en geçerli ulusüstü mekanizması olmaya aday Birleşmiş Milletler ve kuruluşları bu başlığın karşılığıdır. Ancak yine de bölgesel çatışmaları bile önleyemeyen yapıları ve merkezi hükümetlerin politikalatını öncelikli kılmak istemeleri işlevselciliği işlevsiz kılmaktadır. 

Ulusaltıcılık: Ulusaltı bir düzen ulusüstü bir düzene göre gerçekleşmesi daha kolay bir modeldir. Her ulus üzeri yapı ya da bölgesel birliktelik çok uzun yılların sonucudur. Fikri altyapının oturtulması bile birkaç on yılları almaktadır. Etnik ve dini manada her ulus kuruluşundan itibaren zaten ulus-altı karşı hareketler devralınmıştır. Bazı ülkeler bu durumu özerklik hamleleriyle aşmak istemektedir. Ancak mikro milliyetçilik her zaman rakip devletlerin oyun kurmak istedikleri sağlıklı bir zemin olduğu için genellikle bu süreçler çözüme kavuşturulamaz. Yerel değerlerin güçlü olduğu ülkelerde ulus altı akımlar daha güçlüdür. Çünkü bir anlamda merkezi hükümetlerde, ulus altı yapıların bileşimi biçimindedir. Yine de ulus devleti ortadan kaldırmak bugüne kadar ulus altı yapıların başarabildikleri bir netice değildir. 

Dijital Medeniyet: Teknoloji ve bilgi çağında sanayi devriminden oldukça farklı yeni bir toplum ve sermaye tipi siyasal yapıları ve ideolojileri değiştirir. Bu değişimin ütopya ya da distopya biçiminde olacağını ülkelerin koşulları belirleyecektir. Takip sistemi her zaman totaliterliği getirmez ve istikrara hizmet edebilir. Çok yoğun bilgi akışı, veri işleme ve akıllı teknoloji/karar verici toplamın tam bir dünya federasyonunu oluşturabilir. Dünya Devleti insanlık tarihinde hiçbir devre ait olmayan ve bilinemeyen bir sistemdir. 

Ulus devletler doğaları gereği tikel yapılardır ve bu tikellik evrensellik kavramıyla örtüşmez. Kültürel ve siyasi motiflerde ise çatışmalar yaşanır. Bir ulus devlet ne denli zayıf olursa olsun iktidarını kendiliğinden bırakmaz. Böyle bir durumda devletin vatandaşları arasındada birlik oluşabilir. Toplumsuz devlet olamaz ancak devletsiz toplum senaryoları, ulus devletlerin sanal kutsallıklarını hedef almaktadır. Ulus devletler önemlidir ancak kutsallaştırılma süreçleri Antik dönemde Platon’dan itibaren başlamaktadır. Hobbes ve Machiavelliyle devam eden süreçte Hegel tam bir Tanrı Devleti tasarlamıştır. Kutsal devletin, “Devlet Aklı” ise kollektif akılla ölçüleyemeyecek kadar değerlidir. 

Bu mitsel yaklaşım insanların manevi düzeylerine hitap ederken, korunma güdüsü ve refah beklentiside toplumsal sözleşmeyi tamamlamıştır. Hiçkimse özgürlüğünden karşılıksız vaz geçmemiştir ve yeni süreçte vaz geçilecekler oranında beklenen karşılık gündeme gelecektir. Türkiye ulusal kimliği güçlü bir ülkedir ve şu an için ulus devlet restorasyonu mümkün görünmemektedir. Dünya’da milliyetçiliğin yükselmesi ulus devletlerin genetiklerine yapılacak müdahaleyi engeller. Milliyetçilik özellikle muhafazakâr eğilimlerlede birleştiğinde değişimleri yıkıcı addeder. Bu sebeple dünyanın gizli örgüt ve cemiyetlerce yönetildiği teorisi bir siyaset bilimi kuramı gibi oluşturulmaktadır. 

Devletin ise küçülüp merkezin sermaye ve özel girişime bırakılma fikride tam olarak değişim olarak yorumlanmamalıdır. Sermaye gücüne ve uluslar öteciliğine rağmen ulusal yapıların korumasına muhtaçtır. Bürokrasi tekeldir ve sermayenin gücü, bürokratik gücünü hiçbir surette yerini alamamıştır. Ulusçuluğun kurguladığı “Biz” ve “Ötekiler” anlayışı düzensiz nüfus haraketleriyle daha da kuvvetlendiğinde Fransız İhtilâli’nden beri üç asırlık tarihin en kuvvetli ulus ve devlet düzenine geçilmiştir. Bu durum kalıcı olmayacaktır çünkü siyaset her zaman değişim halindedir. Bürokrasi, sermaye, teknoloji, yeni medeniyet ittifakıyla devletin gözlemci olduğu ancak sivil-sosyal çoğu sahanın terkedildiği, “Görünmeyen Devlet” “Tanrı Gibi Devlet” düzeni yeni bir seçenek olarak tercih edilebilir. 

Yorumlar

Popüler Yayınlar